Kaynak: Şükran Meydan- Pustoo Dünya
Drina Köprüsünün bulunduğu şehir Visegrad ; Bosna Hersek içindeki Sırp Cumhuriyeti sınırlarında yer alan kasabadır. Ortasından Drina nehri geçer.
Şehrin etrafındaki tepe kervanlar yaklaştığında onların kasabayı görmesini engellermiş. Kasabanın ismi olan Vişegrad buradan gelir. ‘Vişe’ art, arka anlamlarında kullanılır. Vişegrad ‘tepenin ardındaki kasaba” demektir.

Adını tüm dünyaya Nobel ödülü alan Ivo Andriç ‘in Drina Köprüsü ile duyurmuştur. Osmanlı zamanında yaptıranın adı ile yani Sokullu Mehmet Paşa köprüsü , yörenin dilinde Sokoloviç Most olmuş. Roman sayesinde ise artık Drina Köprüsü olarak bilinmektedir.
Köprünün mimari estetiği ve detayları ne kadar tartışılmazsa kitapta ona paralel çok başarılıdır. Kitabı başarılı yapan ise bana göre Osmanlı , Bosna, Sırp tüm halkın meselelerini okuyucuya unutturabilmesindedir. Yazar köprü hakkında ” Kasaba halkı için o sonsuz olarak değişmeyen bir şeydi. Tıpkı üzerinde yürüdükleri toprak … Başlarının üstünde uzanan gökyüzü gibi …” demiştir.

1961 yılında nobel edebiyat ödülünü alan yazar bu sözüyle kitabı yine en güzel kendisi tarif etmiştir. Belki de o yüzden “hümanist Yugoslav yazar” diye anılır.
Drina köprüsünde
Balkanlar’ın ortasında soğuk bir Aralık günü birkaç arkadaş kiraladığımız araçla kar kaplı , virajlı dağların yamaçlarında yol alıyorduk. Amacımız Visegrad’a gidip köprüyü köprüyü görmekti.
Kasabayı ikiye bölen Drina’nın yeşil köpüklü sularının üstünde , koca tarihin yaşayan tek kahramanı köprü işte karşımızdaydı .
Biraz mağrur aynı zamanda çok heybetli görünüyordu . Sanki köprüye adımımızı attığımızda beyaz taşların çatlaklarından fısıltıları duymaya başlayacaktık.
Yazar kitapta “Köprünün tam ortasında Vişegrad’lıların “kapiya” dedikleri yer bulunur. Köprünün bu kısmı seyir alanı görevi gören iki terastan oluşur. Tarihi ile ilgili bir kitabenin bulunduğu yüksekçe bir duvar vardır. Karşısında ise halkın “sofa” dediği küçük bir oturma alanı bulunur .“ diye anlatıyordu.

İşte köprünün ortasında , Vişegradlıların buluşma yerindeydik. Savaş zamanlarında buraya nöbetçiler dikilir, halka ibret olsun diye suçlular cezalandırılır ve günlerce bekletilirmiş. Sıkıntılı günlerin dışında bütün ahali buluşup devlet meselelerinden, siyasetten konuşurlarmış . Eski hikâyeler anlatılır, akşamları ise kaçamak yapan âşıklar burada bir araya gelirmiş. Önceleri kapiyada bir çeşme ve hemen yanında kahve ocağı bile varmış. Çocukların ilk gezintileri, oyunları köprüde başlar, bazen sofada oturan yaşlıların anlattığı hikâyeleri dinlerlermiş.

Kitabın izinde Drina Köprüsünde …
Köprünün ortasındaki geniş kemerde hapsedilerek kurban edilen Arap. Köprünün yapımına karşı çıkan su perisini engellemek için köprüye gömülen Stoya ve Ostoya adında kız ve erkek kardeşler. Onları her gün emzirmeye gelen annelerinin hikayesi… Şimdi de biz , oradaydık işte…
Köprüye yaslanmış yeşil Drina ‘ya bakarken gözlerimin önüne kitapta adı geçen iri yarı salcı Yamak ve beraberinde taşıdığı Balkan köylüleri geliyordu.
Sonra Sokoloviç köyünden ailesinden koparılıp götürülen küçük çocuk geldi aklıma. Düşünsenize gün gelecek o küçük çocuk büyüyecek ve Sokullu Mehmet Paşa olacaktı. Memleketine dönmesi için yılların geçmesi, sarayın gelmiş geçmiş en başarılı sadrazamı olmasını beklemesi gerekecekti. Demek ki Sokollu Mehmet Paşa, etrafındakileri bir bakışı ile korkutan o adam, o günü hiç unutamamıştı.
Kışın suların yükseldiğinde karşıya geçmenin imkansız olduğu kasabaya bir köprü yapılması talimatını köprüyü Mimar Sinan’a da o vermişti. 4 yılda tamamlanan köprü böylece sessiz ve sakin, dünyadan uzak bir kasaba olan Vişegrad’ın kaderini de değiştirmişti.

Roman; Köprüsüz ve sessiz kasabaya gelen ilk ekip ve başındaki sert adam Abid ağayla başlar. Kasabalı şaşkın ve korkuludur. Kasabaya para girer ama o ölçüde hayat pahalı olmaya da başlar. Yoldan geçenler bile çalışmaya zorlanır.
Mücevher gibi parıldayan köprünün hikayesi kitapta Osmanlı yönetimindeki Balkanlarda yaşayan değişik milletlerin hikayelerini kapsar. Gel zaman git zaman yazlar, kışlar geçer, nesiller değişir. Çok şey değişir, değişmeyen ise kapiyadaki akşam buluşmalarıdır.

Öyle çok olaya şahit olmuştur ve kitap o kadar güzel anlatır ki okudukça okuyasınız gelir.
Kapiyada otururken biz de yüzyıllardır Visegradlıların yaptığı sohpet ettik. Bir ara kitapta bahsi geçen Velikug ile Nezuka köyleri arasında bir düğüne gittik. Genç gelin Fato’ nun atını taş korkuluğa sürüşü ve bütün kasabalının gözü önünde intihar edişini düşündük, hüzünlendik.
Kumarcı Milan’ ın altın lirasını sıkıştığı yerden cumartesi günü çıkarıldığı için uğursuzluk getirdiğinin düşünülmesine güldük.
Tabii ki Tekgöz’ ün bir iddia uğruna yürüdüğü buz kaplı parmaklıklara dokunacak ve hatta üşüsekte yürümeyi deneyecektik. ( işte itiraf vakti , yürümek ne mümkün , sadece oturmakla yetindik. )
Romanda okuduğumuz kadarıyla Vişegradlıların keyfine düşkün, kaygısız ve eli açık olduklarını hatırlıyorduk. Hatta İvo Andriç onlar için “Havasından ve suyundan, çocuklar bile elleri açık, parmakları aralık doğar” tabirini kullanmıştı. İyi kötü birçok olaya tanıklık etseler de, bir süre mutsuzluğu hatırlamak istemediklerini yazmıştı. Acaba halen bu devam ediyor muydu ? Acaba doğru muydu ?

Bunu öğrenmem için aradan birkaç yıl geçmesi ve yine bu kez bir Temmuz günü 2.kez yolumun Visegrad’a düşmesi gerekiyordu. Bu kez tam tersi istikametten Saraybosna yönünden şehre ulaşmıştık. Otobüs şöforüne çupriya yani ” köprüde ” inicez demiştik. Bu bile yüzümüzü güldürmüştü. Köprü bizim gelmemizi bekler gibiydi ya da biz kasabadaki tek tanıdığımız, yakınımız o olduğu için hasretle onu izlemeye başlamıştık bile.
Karşıya geçip turist ofisinde güler yüzüyle bizi karşılayan ilk Visegradlıya merhaba dedik. Biraz dinlenip soracaklarımızı sorduk ve tabii ki WiFi şifreniz nedir, dedik. Adam yine gülümseyerek “1571pasa” dedi. Köprünün yapılış tarihini şifre olarak belirlediklerini duyduğumuzda gülümsedik. İşte o an köprünün halen Visegradlılar için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladık. Çantalarımızı onlara emanet olarak bırakıp hemen köprünün başındaki lokantada oturduk .
Oturduğumuz yerden yemyeşil sular üzerindeki köprüyü izlerken mekanda çalan müzik yüzyılların hiçbir şeyi değiştirmediğinin göstergesi gibiydi. Çünkü romanda geçtiğimiz yüzyılın başlarında, 20’li yaşlarındayken Vişegrad’a gelen birinden bahsedilir. Kasabadaki ilk oteli açıp işleten bütün kasaba erkeklerini kendine hayran bırakan, kadınları kıskançlıktan çatlatan Lotika ‘dan. Lotika’nın işlettiği otel Drina Köprüsü’nün hemen dibinde yer alır. İşte çalan müzik ve nehrin sesi bizi kitaptaki o otele kadar götürmüştü.
Köprünün yanında otururken kitabın sonlarına ve köprünün son günlerine yaklaşıyorduk.
Zamanla köprü Drina’nın üzerinde Bosna’yı Sırbistan’a, oradan da Osmanlı İmparatorluğu’nun öteki bölgelerine bağlayan çok önemli bir yol haline gelmişti. Kasabanın büyüyüp gelişmesini sağlamış, önemli olayların geçtiği, tarihi dönüm noktalarının yaşandığı bir yer olmuştu.
Kitapta 1900’lü yıllarda dünyaya dair haberler köprüye asıldığı anlatılır. Her duyuruda okuma yazma bilmeyen yaşlıların çocukları yanlarına alıp kapiyadaki yazılanları okumasını isterlermiş. Çünkü o sıralarda Balkan Savaşları başlamış, Sırplar bu savaşlardan galip çıkmış. Sonra çizilen yeni sınırlar …
Veee sonunda Tito nun Yugoslavyası … Değişen rejimin ardından yine hortlayan savaş ve Visegrad ‘da yaşayan Sırp ve Boşnakların kayıpları…
Köprü dayanıklı çıkmış. Yapıldığı günden bugüne; Sırbistan isyanlarına, kolera salgınlarına, Avusturyalıların işgaline, demiryollarının yapımıyla değişime şahit olmuş. Yetmemiş Balkan Savaşları’nı, Avusturya-Sırbistan savaşını ve nihayet 2 dünya savaşını görmüş. Ardından bu topraklarda yaşanan son savaş ise maalesef soykırıma sebep olan Bosna savaşına şahitlik etmişti.

Romanda Andric in dediği gibi ” Dünyanın bir tarafında bir yerde , bir piyango çekiliyor,savaş yapılıyor ve hepimizin alınyazısı da böylece uzaklarda belirleniyor “.
Köprü 2007 yılında UNESCO Kültür Mirası listesine eklenmiş.Köprünün son restorasyonu ise Türkiye ve Bosna Hersek devleti işbirliğinde olmuş.
En büyük zararı ise Avusturya askerleri, Sırbistan savaşında mağlup olup kasabayı terk ederken köprünün orta kısmını dinamitle patlatarak vermiş. Hatta roman, koca köprünün ortadan ikiye ayrılmasına tanık olup kalbi dayanamayan Ali Hoca’nın “ziyanı yok, belki burada yıkılır ama umarım bir başka yerde bir başkası yapılır” sözleriyle son bulur.

Avusturya Macaristan geldiğinde tedirgin olan Molla İbrahim , Müderris Hüseyin’i teskin eden dostları Rahip Nikola ve Haham David i andık. Kapija da nöbet tutan asker Fedun’ un trajik aşk hikayesiyle hüzünlendik. ( Kitapta en etkilendiğim hikayedir ) Lotikanın otelinde konaklayan, sarhoş olup eğlenenden tutun hararetli sosyolizm, kominizm tartışmaları yapan gençlere kadar hepsini düşündük.
Köklerimin geldiği topraklarda bir kitabın izinden iki kez gittiğim sessiz sakin kasaba Visegrad’ta bu güzel köprüye bakıyordum. O an binlerce insanın hayatına nasıl dokunduğunu düşündüm.
Benim hayatıma kattığı ne mi ?
Köprüyü bırakacağız ,biz sadece geçeceğiz tıpkı binlercesi gibi …
Not : Andric’ ten sonra hiç kimsenin son yaşanan savaşı ve köprünün şahit olduklarını kaleme almak istemeyeceğini düşünmekteyim. Çünkü tarihe utanç, soykırım ,katliam kelimeleri ile geçen bu savaşta binlerce Visegradlı Boşnak öldürülerek Drina nehrine atılmıştır. Maalesef ki yine bedenleri Drina’ da yapılan bir baraj inşaatı esnasında tesadüfen bulunmuştur. Bugün kimlikleri tespit edilenler Srebrenitsa’daki Potoçari mezarlığındadır. Halen kimlik tespitinin tamamlanmasını bekleyen cesetler de vardır.
Ölüp giden masum insanlara ve onların acılı yakınlarına saygılarımla…
Dilerseniz Ivo Andric başlıklı yazımı da okuyabilir , yazar hakkında fikir edinebilirsiniz.