İçimde olan bir hayat var anlatmak istediğim. Müsaitseniz Rodoplar’a buyrun…
Öncesi de var elbet ama hikayenin önemli dönemecinden, 1952 yılının Haskovo’sundan başlıyoruz.
Haskovalı maden işçisi Latif, eşiyle yakınlardaki Dimitrovgrad tiyatrosunda Türk tiyatro ekibinin temsiline gider.
Temsilin ardından Türk tiyatrosunun yöneticileri Latif’in evine konuk olurlar. İki göz madenci evinin bir odasında sohbet edilir.
Diğer odada küçük Rujdi ve Vejdi uyumaktadır. Latif Bey’in eşi tiyatro yöneticisi misafirlere çay demlemiş, hizmet etmektedir.
Konu, Bulgaristan’da devletin desteğiyle kurulan Türk tiyatrosudur. Yöneticiler kadınların tiyatroya, müziğe katılmamasından yakınmaktadır.
Latif bey, önceden tanıdığı Tiyatro yöneticisi arkadaşlarıyla samimi sohbet eder; ancak eşi, köyden çıkmış genç bir kadın, pek katılmaz.
Bir ara Latif Bey eşine döner, “Bize bir türkü söylesene” der. Eşi çekinir önce, köyde tarla işleri yaparken söylemiştir ama böyle hiç…
Türkü bittiğinde derin sessizlik olur. Sonra biri “A be Latif Bey, bu şahane sesi nerelerde gizlemişsin şimdiye kadar?” der. Sonra ekler: “Bizi bu akşam size talih göndermiş. Kadriye muhakkak tiyatroda işe başlamalıdır”. Kadriye Latifova türkü söylemeye 28 yaşında böyle başlar.
Hem de ne başlamak! Sadece 3 yıl sonra 1955’te Sofya’da yapılan Halk Şarkıları Yarışması’nda 1. olur. Sofya radyosuyla 200 kayıt yapar.
500 parçalık repertuarı vardır. Kadriye Latifova unutulmaya yüz tutmuş türküleri araştırır, bulur, repertuarını kendi hazırlar.
Bulgaristan’ın her yerini dolaşır, en küçük Türk köylerine bile ulaşır, 1953-1964 yılları arasında Bulgaristan’daki Türk azınlığa seslenir.
Tiyatroda Kadriye Latifova’yı dinlemek, büyük olaydır. Parası olmayan eline ne geçirirse onla gelir tiyatroya, kabak, yumurta, kaz…
Sadece Bulgaristan’da değil, çevre ülkelerde de büyük bir hayran kitlesi oluşmuştur.
1963 depremi sonrası yardım toplamak için Bulgaristan’a gelen Üsküp Radyosu’nun turnesine destek verir.
1950’ler sonrası Trakya’da herkes Sofya radyosunu açar, Kadriye’nin türkülerini beklerdi. Uzun yıllar sonrası annem ve babama dinlettiğim anda ikisi de hatırladı örneğin…
Türkiye’ye geldikten sonra Balkan toprağı, kültürü, müziğinden uzak kalan muhacirler için Ankara değil Kadriyeli Sofya radyosu çekiciydi.
Kadriye Latifova’nın naif sesi bi şekilde Rumeli Türklerine ulaştı. Rahmetli dedem de nerden bulduğunu bilmediğim üzeri yazısız kasetleri vardı.
Latifova’nın inanılmaz naif bi sesi vardı. Haskova’nın Golemantsi köyünde doğmuştu. Sesi bizim toprak kokardı.
“h”leri bizim gibi yutar, “kara” değil, bizim gibi “kare” derdi. doğaldı, samimiydi.
Kadriye Latifova, halk sanatçısı idi. Halk da onu çok severdi. Gittiği yerde konserleri bitmek bilmezdi.
Demirbaba Tekkesi’nde verdiği konserde, konser bittikten sonra tam 5 kez geri çağrıldığı söylenir.
En sevdiğim hikaye bizim Trakya’dan: Latifova’yı dinlerken kadın çocuğuna “kapat radyoyu türkü bitmesin, gelince baban da dinlesin” der.
Sesini ilk kez duyanlar Kadriye Latifova’ya bi lakap takmıştır: “Rodoplar’ın Bülbülü”. Adı kadar bu lakabı da yaşar.
Latifova sadece 9 yıl eser üretti. 1962 yılında, henüz 34 yaşındayken bir trafik kazasında hayatını kaybetti.
Ancak Latifova bize büyük miras bıraktı. Savaşlar, katliamlar, göçlerle kültürel bağı kopan Rumeli’nin dünü ve bugünü arasında köprü oldu.
Bugün biz Balkan göçmenleri halen çok sayıda türkümüzü biliyor, dinliyor, seviyorsak, bundan en çok emeği olanlardan biridir Latifova.
İçimizdeki derin izinin nedeni Latifova’nın bizim için Balkanlar gibi olması bence: “Naif, güzel, ama artık olmayan”.
Bu yüzden belki, sizi bilmiyorum ama Latifova’yı denlerken benim için burulur hep. Nasıl burulmasın?
Eğlenceli türkülerde bile derinde bir yerde burulu durur o hüzün. Latifova’nın benzersiz sesinin de etkisi var tabii;